Horozun Beslediği Tavuk! Şişik :)

Uygarlık tarihi insanın ortaya çıkışıyla değil, yazının bulunmasıyla başlar. Yazı, insanoğlunun medenileşme serüveninin başladığı noktadır. Yazmak, dünyayı keşfetmek, doğayı anlamak ve anlamlandırmak, insanın evrendeki varlığını ve evrene nasıl bir değer kattığını bulmaya ve yorumlamaya çalışmaktır. Kısaca yazmak, insanın yeryüzündeki asıl varlığını ortaya çıkarmak yani gerçek anlamda insan olmaktır. O nedenledir ki, bireyler arasında yazanla yazmayan arasındaki fark, renkli olan ile renksiz olan arasındaki nüans gibidir ve yazan, hayata ve kendi hayatına değerler, güzellikler, büyük ve soylu anlamlar, kendisinden sonrakilere bırakacağı kültürel, bilimsel, düşünsel, edebi, sanatsal miraslar ve birikimler bırakmış kişidir.   

Yazmak, kuşkusuz çok soylu ve onurlu bir iştir. Daha doğrusu yüce bir yetenektir. Herkese nasip olan bir beceri de değildir. Bu beceriye sahip olmak da ayrıca tek başına yeterli değildir. Şahsiyet gerektirir, haysiyet gerektirir, karakter ve bağımsız bir duruş gerektirir. Bu özellikler yoksa bir kimsede yazmanın bir yetenek olarak o kişide bulunuyor olması tek başına bir şey ifade etmeyeceği gibi tarihe, edebiyata, düşünceye ve insanlığa zararları da olacaktır.

Bazıları da vardır ki; yazmaya, kalem işçiliğine dair hiçbir yeteneği ve birikimi olmamasına karşın, kendisini yazar zannedip komik durumlara düşürür. Yazmanın, yazar olmanın inceliklerine dair hiçbir şey bilmez. Bu türden sözde yazarlar, herkes için büyük tehlikedir aslında. Yalan yanlış bilgilerle donanmış yazısı; bilgiden, araştırmadan, uzmanlıktan son derece uzak kelimeler ve cümleler yığınıdır. Okumadan, kuvvetli bir analiz ve sentez yeteneğine sahip olmadan kaleme sarılan sözde aydınlar, demagojiden ve şovmenlikten ve hatta böyle bir kişi bir köşe yazarı ise provokatörlükten öteye gidemez.
  

İşte onlardan bir tanesi de Kartal’da bir gazetenin, kendisine narsist bir cehaletle aşık bir köşe yazarı; daha doğrusu o gazetenin aynı zamanda oportünist patronu bir arkadaş (bu kavramı öylesine bir kişi zamiri gibi kullanıyorum, yoksa asla arkadaş olmak istediğim biri değildir kendileri), CHP İlçe Başkanı Sayın Erdal KISKANÇ’la yaptığımız röportaja “hayali” yaftasını yapıştırmış ve köşesinde son derece alaycı ve son derece aşağılık bir üslupla etrafına mikroplar saçmış. Röportajın hayali olduğu kanısına nereden vardı bilemiyoruz ama Sayın İlçe Başkanı hakkında röportajdaki cümleleri kuramayacağı yönünde son derece hakaret dolu seviyesiz iddialarda bulunmuş.

Elbette ki kötü söz sahibinindir ama dilimizde bu türden şahsiyetler için neyse ki  “İstediğini söyleyen, istemediğini işitir” gibi güzel bir atasözü var. Bu atasözümüzün gereğini yerine getirmek ve hakkını vermek gerekiyor ki, narsistik kişilik bozukluğu emareleri gösteren ve hayatı oportünizm ve pragmatizm üzerine kurulu bir adamın, başkalarına her istediğinde pervasızca haddini fazlasıyla aşarak saldırdığında misliyle karşılık alabileceğini görsün.

Öncelikle, hayali röportajlar yapmanın, kendisine Belediye imkanlarını fazlasıyla peşkeş çekenlerin bir satırlık cümlelerinden kocaman sayfalar türeten ve bunu sürekli alışkanlık haline getiren bu şahsa ait bir özellik olduğunu belirtmek gerekiyor. Nihayetinde Belediyenin nimetlerinden yararlanmanın da bir diyeti var elbette ki. Sürekli yağdanlık yapmak, sürekli manşette tutmak, CHP’nin belediye başkanını, CHP’nin ilçe başkanına kırdırmak için yoğun mesai sarf etmek gerekiyor. Bunun için de söylenmemiş sözlerin söylenmiş, söylenen sözlerin de çok başka yerlere çekilmiş olması gerekiyor ki, beyefendi belediye başkanının emir eri olma özelliğini kaybetmesin. Yandaş olmak! işte bu yüzden zor ve emek isteyen, sürekli bir süreç. Bu yandaşlık denen deformasyon öyle asalakça bir yaşam tarzıdır ki, dün yanlış dediğiniz bir şeye majesteleri doğru dediği için doğru demek zorunda kalırsınız ve bundan hiç gocunmazsınız. Ayrıca majesteleri neye kızar, neye kızmaz; neyi sever, neyi sevmez; gazetede nelerin olmasını ister, nelerin olmasını istemez sürekli takip etmek ve çok iyi bilmek de gerekiyor. İşte biz bu yeteneklere ve bu çalışma azmine bu arkadaş kadar sahip olmadığımız için henüz duayen mertebesine çıkamadık. Kendisinin belediye başkanına düzdüğü methiyeleri CHP İlçe Başkanına düzmeden doğrudan kendisiyle röportaj yaptığımız ve tarafsız sorular yönelttiğimiz için, alışık değil tabi gazeteciliğin böylesine ki, anlayamamış ve böyle bir röportaj olsa olsa hayalidir demiş. Üzgünüz, biz sadece gazetecilik yaptık. Sizin gibi belediye başkanından bir cümle bir şeyler koparmaya çalışıp sonra da o bir cümleyi alıp sayfalarca yalan ve süslemelerle donatmadık. Doğrudan tarafsız sorularla ve ciddi bir üslupla başladık ve yine sorularla, hiçbir ekleme yapmadan olduğu gibi bitirdik. Yani sizin pek de alışık olmadığınız işi yaptık: Bağımsız ve tarafsız gazetecilik yaptık.  
 

Diğer bir konu da mülakat yaptığımız Sayın Erdal KISKANÇ hakkında sarf ettiği çirkin sözler. Sayın ilçe başkanı elbette kendileri cevap vereceklerdir ancak kendisine yöneltilen bu çirkin sözlerin beni ilgilendiren tarafı, söz konusu mülakatın benim gazetemde ve benim tarafımdan yapılmış olması nedeniyle, röportajda Sayın Erdal KISKANÇ’ın sözlerinin kendisine ait olmadığı yönündeki iddialar. Gazetesinde, Sayın CHP İlçe Başkanının kullandığı cümlelerin onun tarafından kullanılmadığını iddia eden sözde büyük gazetecimiz, iddiasını da Sayın Erdal KISKANÇ’ın o cümleleri kurabilecek veya kullanabilecek birisi olmadığı gibi son derece çirkin ve aşağılık bir söylemde bulunuyor. Bu hadsiz ve seviyesiz iddiasını kendisine aynen iade ediyorum. Yüz binlerce nüfusu olan bir ilçenin belediyesini kazanmış bir parti örgütünün başındaki kişi, bir gazeteye mülakat verecek düzeyin çok çok üstündedir sanırım. Kazandığı siyasi başarı da kendisine gökten zembille inmemiştir. Muhakkak bir emeğin, çabanın ve birikimin ürünüdür. Bir siyasi partinin ilçe başkanının sözcük dağarcığını, konuşma yeteneğini çirkin bir tarzla kendince tartışmaya açtığını düşünen bu zatın, Türkçe konuşma ve yazma bilgisini de bir masaya yatıralım bakalım. Sürekli aynı cümleleri kuran, ironik yazacağım diye ironi sanatının canını çıkaran ve bu söz sanatını iğrendirici tarzda kullanan bu “ŞİŞİK”:) beyefendi, öncelikle güzel konuşma ve yazma teknikleri dersi almalıdır ki, sonra başkalarının konuşma ve yazılarını eleştirme hakkını kendinde bulsun. Belediye başkanına sıraladığı methiyelerde bile kendini geliştirememiş ve sürekli aynı methiyeleri sıralarken, kendi taraftarlarınca bile bıkkınlık uyandıran bu arkadaşımız, acaba CHP ilçe başkanına sürekli saydırmak ve belediye başkanına da haşmetmeab muamelesi yapmak dışında gazetesinde ve köşesinde özgün bir konu hiç ele alabilmiş midir? Yani bu iki malzemesi olmasaydı, ne yazacaktı, ne yazabilecekti acaba? Aynı konuları defalarca temcit pilavı gibi hem de aynı cümlelerle sürekli köşesinde işleyen sevgili duayen gazetecimiz, cümle düşüklükleri ve berbat fıkralarıyla dolu yazılarının okunduğunu düşünüyorsa Kartal halkının zekasına ciddi anlamda hakaret ediyor demektir. Anlattığı fıkraya yalnızca kendisi gülen adamlar gibi, Türk fıkra kültürünün zenginliğinden bile haberdar olmadığı, konudan bağlantısız ve ortaokul düzeyindeki saçma sapan fıkralarla laf sokmaya çalışırken, kendisinin ne hallere düştüğünü bir görebilseydi keşke.

Sonuç olarak fıkra ve hikaye anlatmayı seven bu zata, ben de bir fıkrayla cevap vererek yazımı tamamlamış olayım. Kızmak gücenmek yok, kendisinin üslubu çok daha berbat düzeyde. Benim fıkram hiç olmazsa toplumumuzun ironik fıkra kültürünün güzel bir ürünü: Nasreddin Hoca, memleketin kıtlık zamanlarında çok sayıdaki tavuğunu buğdayla beslemektedir. Vergi memurları gelir. Hoca derler, memleket kıtlık yaşıyor, sen tavukları bol bol buğdayla besliyorsun. Olmaz böyle derler ve buğdaylarına el koyarlar. Bir hafta sonra tekrar gelirler ve bakarlar ki bu kez de Hoca, tavukları mısırla beslemekte. Hoca senin mısırın bol ki tavuklara veriyorsun diyerek mısırlara da el koyarlar. Ardından bir ay sonra tekrar gelirler. Bakarlar ki tavuklar bir deri bir kemik. Bir tanesi hariç hepsi çok zayıflamış. Ama biri var ki, hala çok besili. Etli, butlu yani. Hoca derler, gözümüzden kaçmadı, bak şu tavuk çok besili. Diğerleri gibi değil. Söyle bakalım, nasıl besliyorsun bunu? Vallahi der Hoca, artık o işlere ben bakmıyorum. Yoruldum artık tavukları beslemekten. Bu işi horoza bıraktım. Horoz bakıyor besleme işine. Kim horoza yükselirse horoz da yemi ona vermekte haliyle.


Durum bundan ibaret yani...

YORUM EKLE

banner17