SURİYE-BAAS REJİMİ-NUSAYRİLİK

SURİYE (FARKLI BİR AÇIDAN SURİYE)SURİYE(DÜNÜ-BUGÜNÜ VE...

SURİYE-BAAS REJİMİ-NUSAYRİLİK
banner46

SURİYE (FARKLI BİR AÇIDAN SURİYE)

SURİYE
(DÜNÜ-BUGÜNÜ VE YARINI)

Suriye’yi ele alırken üç bölümde değerlendireceğiz. İlk bölümde Suriye tarihini ele alıp, tarihi bir perspektiften olaya bakıp, ikinci bölümde mevcut Suriye yönetimi, Baas rejimi ve tabii ki Suriye’deki en önemli güç dengelerinden biri olan Nusayriliği ele alacağız. Son bölümde ise bundan sonrası için neler olabilir ve Türkiye’nin buradaki rolü ne olacak ya da ne olmalıdır konularını ele alıp değerlendireceğiz.

1.BÖLÜM

SURİYE’YE TARİH PENCERESİNDEN BİR BAKIŞ

Suriye coğrafik ve jeopolitik konumu itibariyle önemli bir yerdedir. Tarih boyunca hep önemli medeniyetlerin egemenlik alanı ve ticaret merkezi olmuştur. Aslında 1922’lere kadar Suriye adıyla herhangi bir devlet kurulmamıştır. Bu coğrafik ismi önce Yunanlılar ve daha sonra Persler, Araplar, Osmanlılar ve batılı devletler kullanmışlardır. Eski dönemde daha çok site(şehir) devletleri şeklinde bir yönetim tarzı vardı. Ciddi anlamda ilk oluşum Aramailer(M.Ö 1. Yüzyıl) zamanında Şam merkezli beylikler birliği olarak görülmektedir. Bu tarz oluşumlar Arap -İslam devletinin (7. Yy) gelişine kadar herhangi güçlü bir siyasal sistem oluşturamamıştır.

Hz. Ebubekir zamanında yapılan Yermuk Savaşı (634) ile Suriye kapıları Müslümanlara açıldı. Hz. Ömer döneminde ise Suriye İslam Devleti’nin egemenliğine girmiştir. Ve büyük oranda İslamlaşmıştır. Özellikle Emeviler (Muaviye döneminde)zamanında devletin merkezi Şam’a taşınmış İslam Devleti buradan yönetilmeye başlanmıştır.

Daha sonraları özellikle 11. asırdan 14. asrın başlarına kadar Suriye adeta bir savaş alanı olarak kullanılmıştır. Önce Haçlı Orduları tarafında yağmalamıştır, sonra ise gelen Moğol istilasıyla Suriye bu dönemde büyük bir harabeye dönmüştür.

Suriye 1516 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine geçmiştir. Yaklaşık 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalacak olan Suriye diğer Arap ülkeleri ve /veya bölgeleri ile bütünleşip zenginleşmiştir. Şam ve Halep şehirleri tekrar zenginleşip ticaret ve kültür merkezleri haline gelmiştir.

1831- 1840 yılları arasında Suriye ilk kez Mısır’ın egemenliğinde merkezi bir yönetime kavuşmuştur. Suriye kısa süreliğine de olsa Mısır’ın egemenliğine girince dolaylı ve/veya direk Fransa’nın etki alanına girmiştir. Fransa, 1831 yılında misyon okulları ve 1875 yılında ise Sint Joseph Universitesi’ni kurarak buradaki etkisini artırmaya başlamıştır.
Kısa sureli Mısır egemenliğinden sonra Suriye’nin yönetimi tekrar Osmanlı devletine geçti.
1789 Fransız Devrimi ile bütün dünyaya yayılan milliyetçilik akımı elbette ki en fazla, çok uluslu imparatorlukları etkileyecektir. Bu bağlamda Arap Milliyetçiliği de 19 yüzyılın ikinci yarısında gelişme gösterip, özellikle Arap dil ve kültürüne dayalı bir Suriye -Arap milliyetçiliği gelişmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan (1914-1918) sonra Suriye, Fransa’nın manda ve himayesine girmiştir. Eylül 1941’de Fransız kuvvetleri komutanı Catroux Suriye’nin bağımsızlığını ilan etmişse de Suriye’nin yönetimi 1946’ya kadar İngiltere ve Fransa’nın yönetiminde kaldı.
Nisan 1946 da bağımsızlığına kavuşan Suriye’de, 1947’de seçimler yapılarak Şıkri al-Kuvatli cumhurbaşkanı seçildi. 30 Mart 1949’da Suriye genelkurmay başkanı bir darbe yapacak ve bu darbe Arap dünyasındaki ilk darbe olarak tarihe geçecekti. 1958 tarihinde Cemal Abdülnasır’ın öncülüğünde Birleşik Arap Cumhuriyeti, Mısır, Suriye ve Yemen devletleri arasında kuruldu. Mısır’ın bu cumhuriyetteki etkinliği diğerlerini rahatsız etti ve bu birlik 1961’de bozuldu.

1963 yılında baas partisi askeri bir darbe yaptı. Böylelikle Suriye’de baas rejimi kurulmuş oluyordu. Yine bu dönemde savunma bakanı olan Hafız Esat, 16 Kasım 1970’te askeri bir darbe yapıp iktidarı ele geçirdi. Hafız Esat kendi katı rejimini kurup kontrolü tamamen eline almıştır. Hafız Esat 10.06.2000 tarihinde öldükten sonra yerine oğlu Beşar Esat geçmiştir.

2.BÖLÜM

Mevcut Yönetim (Baas Rejimi) ve Nusayrilik

BAAS REJİMİ

Suriye 1950’lerden itibaren koyu bir Arap Milliyetçiliği olan Baas Rejimi’yle yönetilmektedir. Baas, Arapça da ‘Yeniden Diriliş’ anlamına gelmektedir. 1940 yılında Suriye’de kurulan bu hareketin ilk teorisyenleri Ekrem Havrani ile Mişel Eflak’tır (Mişel Eflak, Suriyeli bir Hıristiyan ve bu ideolojinin efsanevi lideridir). Baas ideolojisinin amacı ise Ortadoğu’da tek bir Arap devleti kurulmasını benimsemiştir. Partinin sloganı Birlik, özgürlük ve sosyalizm idi. Parti ideolojisi parti birliğine ve dış baskılara karşı durmaya dayanıyordu. Baas Hareketi Suriye’de ortaya çıkmıştır fakat daha çok Irak’ta taraftar bulmuştur. Baas Partisi, Suriye ve Irak’ta yaptıkları devrimlerle iktidarı ele geçirmişlerdir. Hafız Esat bu akımın önemli temsilcilerindendir.

ETNİK VE DİNİ YAPI

Suriye’nin etnik yapısı(% 77-83 Arap ,% 7-8 Kürt ,% 5-6 Türk ,% 2 Ermeni,% 1 Çerkez,% 1 diğer) ile dini yapısı ( Sünni %74, Nusayri %12, Hıristiyan %10, Dürzi %3 ve az sayıda diğer İslami hizipler, Yahudi ve Yezidi ) bakımından birçok unsurdan oluşuyor. Durumun böyle olması Suriye’de çok sert ve katı bir rejimin oluşmasında şüphesiz katkı sağlamıştır. Ancak Baas fikriyatı ve özellikle Nusayrilik, Suriye’nin iki temel dinamiği olunca Hafız Esat’ın diktatörlük rejimi Suriye’de çok katı bir şekilde sürmüştür. Tabi Suriye’nin mezhepsel bölünmüşlüğü ve yönetimin Nusayri olması ve etnik olarak da Arap olması, özellikle suni kesim ile Arap olmayan diğer etnik gruplar üzerindeki baskı ve şiddeti birkaç kat daha da artırmıştır.

NUSAYRİLİK

Suriye yönetimin de mensup olduğu Nusayrilerin sayısı yaklaşık toplam nüfusun % 12’si kadar olmasına rağmen yönetimdekilerin hemen hemen tamamı Nusayridir.
Nusayriliğin inanç sistemi kesinlikle ‘Anadolu Aleviliği’ ve ‘Caferiyye Şiiliğine’ itikadi yönden benzememektedir. İslam mezhepleri tarihinde aşırı ve batınî fırkalar arasında sayılan Nusayriliğin kurucusu Ebû Şuayb Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî’dir.
Nusayrilik incelendiğinde inanç sisteminin bazı yönlerden İslam’dan kaynaklandığını görmekle beraber ekseriyet itibariyle batınî yorumlara dayandığı görülmektedir.Nusayriliği anlamak için aşağıda vereceğimiz örnekleri iyi analiz etmek gerekiyor.Zira Nusayrilik İslam dininden bir takım temel doğrular almış olsa da aslında başlı başına bir inanç sistemi olarak ta görülebilir.

Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet’inde şöyle açıklar: Nusayrîlerin ulûhiyyet ve nübüvvet hakkındaki batıl düşünceleri hiçbir milletin inancına benzemez. Şöyle ki onlara göre, öncelikle ulûhiyet Hâbil’e ve ondan Şît’e hulûl eder. Âdem ise bir peygamberdir. Sonra ulûhiyet İsmail’e ve nübüvvet İbrahim’e intikal eder. Sonra nübüvvet Musa’ya ve ondan İsâ’ya ve ondan Hz. Muhammed b. Abdillah’a intikal eder. Ulûhiyyet de Harun’a ve ondan Hıristiyanlar arasında Butrus diye bilinen Şemûn’a ve ondan Ali b. Ebî Tâlib’e intikal eder(1). Ali, âsumânî hulleye bürünüp gökyüzüne yükselir. Güneş’te yerleşinceye kadar orada kalır. O, hâlâ Güneş’te bulunmaktadır. Semadaki büyük yıldızlar Nusayrîlerin Ukkâli’nin ruhlarıdır. Bu nedenle Nusayrîler, Güneş’in doğuşu ve batışı zamanında Güneş’e secde ve yıldızlara hürmet gösterirler. Dualarında ihtiyaçlarını, görünen yıldızlar hürmetine en iyisinden isterler. Ashâb-ı Kirâm’dan Mikdâd b. Ebi’l-Esved’e "Rabbu’n-Nâs = İnsanların Rabbi" diyerek, "Ali Muhammed’i, o da Mikdâd’ı ve Mikdâd diğer kulları yarattı" derler.(2)

Nusayriliğin günümüzde Suriye ve Türkiye’de tabileri bulunmaktadır. Antropomorfizmin açık bir örneğini gösteren Nusayriliğin görüşlerinin temelini Hz. Ali’nin ilahlaştırılması teşkil eder. Nusayrilerin bütün kollarına göre, Ali, mabuddur, tanrıdır. Ali, ne doğurdu ne de doğruldu. Ölümsüzdür. Her zaman vardır. Zatı yıldızlara hakim olan nurdur. Nurun nurudur. ilâhî zatı itibariyle gizlidir(3). Ali, yerler ve göklerin yaratılmasından önce de var olmuştur, sonra da(4). O, manadır. Görünüşte imam ise de, bâtınî olarak o Tanrı’dır. Bu, Nusayriliğin temel inancı olduğu için, onlara göre şehâdet kelimesi, "Ben, Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim" şeklindedir(5).

Kutsal kitapları Kitabu’l-Mecmu’unun "Başlangıç" olarak adlandırılan birinci suresinde, İslâm itikadında Allah için kullanılan pek çok sıfat ve isim ilâh olarak görülen Ali için ifadelendirilmektedir. Bu surenin bir paragrafının tercümesi şöyledir: "Seyyid Ebû Şuayb Muhammed b. Nusayr Sâmirî Yahya b. Maîn’e: Ey Yahya! Hayatla birlikte sana bir hastalık geldiğinde veya ölümle birlikte bir felakete uğradığında; aşırı taassub için olan bu beşerî gömlekten sıyrılarak, nuranî ışıklar yaparak, temiz, temizlenmiş, yüce, bembeyaz koku ile, saf ve tertemiz kılan bu ulvî bir davetle çağır. Buna nuranî heykelleri tabi kıl ve ey delalet ile yol gösteren, kudreti ile zahir, hikmeti ile batın, kendisi ile varlığı gerekli, sıfatları ile, ismi ile konuşan! Ey O, ey her şeyi olan, evveli ve sonu olmayan ezelî! Sebeplerin sebebi, gayelerin gayesi, sonların sonu! Ey gizli sırları bilen, ey hazır, ey mevcud, ey zahir ve ey maksud olan, ey gizlenmeksizin gizli olan, ey nurundan nuruna parlayan ve nuru kendinde sönen! O nur senden başladı, sana dönüyor. Ey her nuru ortaya çıkaran, meydana çıkan! Her nura "isim", her isme mekan, her mekana makam, her makama "bab" kılan! O, O’ndan O’na yönelen "bab" ı irşad ediyor. Ve yine O’nda O’na giden "bab" a giriyor. Sen ey Emiru’n-Nahl, ey kendine yönelene yol gösteren Ali b. Ebî Tâlib! Her şey sensin, hû, yâ hû, yâ hû! Ey her şeyi kendisinden başka kimsenin bilmediği! "Sîn" ile ilgili meseleleri "selekûn, sulûken, selikûn, sâlikûn, selikin" bunlarla ilgili sorunların sordukları şeyi senden istiyorum. (6)"

"İbnu’l-Veli’yi Yüceltme" başlığı taşıyan ikinci surede ise, Hz. Ali ile ilgili şu aşırı ifadeler yer alır: "Buyur, buyur ey Emiru’n-Nahl! Ey Ali b. Ebî Tâlib! Ey her arzu edenin sevip dilediği! Ey ulûhiyeti ile ezeli olan! Ey yaratılmışların aslı! Sen bizim gizli ilahımız, açıkça imamımızsın. (7)"

İslam inancı ile temelde çatışan bu görüşe göre Ali, Allah’tır. Kendi nurundan Muhammed’i yaratmıştır. Ali "mana" dır; Muhammed de "isim" dir. Muhammed ise, Selman el-Farisi’yi yaratmıştır ve o da "bab" dır. Bu A (Ayn), M (Mim), S (Sin) sembolüyle ifade edilir ve sırdır. Bu üçlü sistemde A (Ali), M (Muhammed) ile tezahür etmiş ve S (Selman) "Mana" nın resulü olmuştur. Bu sır, Süleyman Efendi tarafından, Hıristiyanlıktaki "Baba-Oğul-Kutsal Ruh" sistemiyle açıklanır. Ayrıca Bab’dan yani Selman’dan sonra beş "Eytam" vardır. Bunlar, Bab’ın manevi çocukları olup, Bab tarafından yaratılmışlardır(8).

Nusayriler Hz. Ali’nin ulûhiyeti noktasında birleşmekle birlikte, Ali’nin oturduğu mekân konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Dört koldan birincisi olan Kamerîler, Hz. Ali’nin makamının ayda olduğuna inanırlar. Haydarîler ise, Hz. Ali’nin makamının ayda değil arşta olduğunu söylerler. Bu görüşlerini de Kur’ân’a dayandırırlar. Bunlara göre Ali tanrıdır. Kur’ân’a göre Allah, arşın üzerinde oturur. Buna göre Güneş ve Ay mahluktur. Bu nedenle Allah’a mekan nisbet edilmez. Ali de Allah olduğuna göre Ay’da değil arştadır. Arş semadaki nâmütenahî varlıktır. Bir diğer kol olan Mütevali’ye göre de Tanrı arştadır. Bunlar oniki imama inanmaktadırlar. Dördüncü kol olan Gıyabilere göre de, Tanrı olan Ali, arştadır(9).

Yukarıdaki açıklamalarda da görüleceği üzere Nusayrilik İslam dışında Hıristiyanlık başta olmak üzere birçok inanç ve kültürden etkilenmiştir. Nusayrilik bir çok konuda olduğu gibi özellikle Hz. Alinin uluhiyeti konusunda İslam diniyle ayrılığa düşmektedir. Burada daha çok Hıristiyanlıktaki Baba-Oğul’dan bir etkilenme görülmektedir.

Sonuç olarak hem Baas fikriyatı hem de Nusayrilik inancı Suriye’nin bugün ki durumunda etkin rol oynamış ve/veya temel belirleyici unsur olmuştur. Özellikle halkın % 74’nun Sun’i Müslüman olduğu Suriye’de Nusayrilerin yönetimde olması ebetteki yaşanan sorunların en temel sebebi olarak zikredilebilir.

3.BÖLÜM

Suriye’de Bundan Sonra Neler Olabilir ve Bu Bağlamda Türkiye’nin Rolü

Yıl 2011.Ve Ortadoğu’daki bütün diktatörlükler birer birer yıkılıyor.Tunus ile başlayıp Mısır, Yemen, Libya ve en son olarak da Suriye ile devam eden diktatörlüklerin çatırdaması ve yıkılması, bu coğrafya için yine ve yeni bir başlangıç getirecek mi?

Bunu hep beraber göreceğiz ancak görünen o ki Osmanlı Devleti’ni parçalayıp ve daha sonra bunu kendi çıkarlarına göre adeta cetvelle sınırlarını çizmek suretiyle taksim eden batılı devletler, bakalım bu sefer de umduklarını bulabilecekler mi?
Görünen o ki bu sefer karşılarında kendilerine daha çetin bir rakip olarak Türkiye bulunmaktadır. Türkiye’nin son dönemde yapmış olduğu açılımlar ve/veya kendi gücünün farkına varıp Ortadoğu coğrafyasına kayıtsız olmadığını gösterip bu yönde adımlar atması bu devletlerin işini oldukça zorlayacağa benziyor…
Türkiye özellikle 2003 yılından itibaren bölgeye yönelik eski ve aşağılayıcı devlet politikasını bırakıp, bunun yerine daha gerçekçi ve çıkarlarına(hem kendi hem de bölge ülkelerinin) uygun politikalar izlemeye başlamıştır. Ortadoğu’daki batının valileri konumundaki yöneticiler elbette ki için için Türkiye’nin bu yeni açılımından rahatsız oluyorlar. Ancak yeni dönemde ya değişmek zorundalar ya da bugünlerde olduğu gibi domino taşı gibi bu diktatöryel yönetimler birer birer yıkılıp gidecekler…
Türkiye aslında kendisiyle aralarındaki kan uyuşmazlığına rağmen son dönemde Suriye ile ilişkilerini fevkalade iyi düzeylere getirmiştir… Suriye yönetimini zorunlu olarak değişime zorlamıştır. Ancak bilineceği üzere diktatör olan yöneticiler maalesef olaylara dışarıdan bakan insanların gözüyle değil, kendi bulunduklar babil kulelerinden izlemeyi tercih ederler. Aynı durum Suriye’de bulunan Beşar Esat yönetimi için de geçerlidir. Esat yönetimi Türkiye’nin bütün iyi niyet çabalarına rağmen gerçekleri göremiyor ve/veya görmek istemiyor. Türkiye dostane çağrılarda bulunarak değişimin kaçınılmaz olduğunu her düzeyde Suriye’ye bildirmektedir. Ancak Esat yönetimi bütün bu çağrılara kulağını tıkıyor kendi halkının ve tabii ki Türkiye’nin uyarılarını dikkate almak istemiyor. Eğer anlamamakta ısrar ederse hem sonu diğerlerinki gibi olacak hem de daha kozmopolit bir yapıya sahip olan ülkesi iyice kan gölüne dönecektir. Zira Suriye diğer Ortadoğu ülkeleri gibi değil. Suriye’deki mezhep yapısı ve etnik yapı daha çok çeşitlilik arz etmektedir. Bundan dolayı Suriye’de olabilecek bir otorite boşluğu, önü alınamayan bir iç çatışmaya sebep olacaktır. Bu hem Suriye için hem de bölge için felaket derecede kötü bir senaryo olur.Onun için başta Türkiye ve diğer ülkeler Suriye’deki olayların daha çok suhuletle çözümünden yanalar.Suriye yönetimi de bir takım adımlar atmak istiyor fakat gerçek anlamda somut bir durum da henüz söz konusu değil.Bunda ebetteki İran’ın duruşu çok önemlidir. İran kendisi için bir öncü kuvvet niteliğindeki Suriye’nin mevcut durumunda değişiklik istemiyor. Bunun için ise Suriye’ye her türlü desteği veriyor.
Sonuç olarak görünen o ki bölgede dengeler değişiyor. Şimdilik Türkiye’nin yükselen trendi ve bölge halkları üzerindeki etkisi bu olaylar sonucunda Türkiye’nin daha güçlü, Bölge yönetimlerinin ise ya yıkılarak ya da değişerek bu duruma uyum sağlayacakları yönünde. Ancak bu coğrafya tarih boyunca en büyük medeniyetlerin kurulduğu, en büyük katliamların olduğu, bildiğimiz hemen hemen bütün ilahi dinlerin geldiği bir coğrafyadır. Bu nedenle sabahtan akşama olayların değişebileceği bu coğrafya için öngörüde bulunmak oldukça güçtür.
Makalemizi Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın güzel sözüyle tamamlayalım,

‘Mevla görelim neyler
Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler...’.

Kaynaklar:

1,2,3,4,5,6,7,8,9. İslam Ansiklopedisi( Nusayrilik maddesi )

Yücel DEMİRTAŞ

Güncelleme Tarihi: 29 Ağustos 2011, 04:24
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner17