Birlikte Yaşama Sanatı...

Birlikte yaşamayı başaran ve/veya başaramayan ender toplumlardanız. Klasik söylemde vardır ya ‘biz bu cumhuriyeti beraber kurduk’ evet biz bu cumhuriyeti beraber mücadele ederek...

Birlikte Yaşama Sanatı...

Birlikte yaşamayı başaran ve/veya başaramayan ender toplumlardanız. Klasik söylemde vardır ya ‘biz bu cumhuriyeti beraber kurduk’ evet biz bu cumhuriyeti beraber mücadele ederek hem de bir ölüm kalım savaşından sonra bin bir zorlukla savaşarak kurduk. Ve bin yıl beraber yaşayan gerekirse bir bin yıl daha beraber yaşamak için sözleşen iki toplum ortak akıl ve ortak değerler etrafında ortak yarınlar için söz birliği yaptılar. Genç Cumhuriyet’i kurarken aynı fedakârlığı gösterdik, aynı heyecanı yaşadık. Kürtler ve Türkler olarak(ve tabii ki diğer topluluklar) biz bu devletin eşit ve öz çocukları olarak yaşayacak ve birlikte geleceğimizi inşa edecektik. Ahdimiz bu şekildeydi.


1789 yılında ilan edilen Fransız Devrimi’yle beraber gelişen ve zamanla /Evrensel Normlar/ haline gelen eşitlik, özgürlük ve tabi ki milliyetçilik gibi düşünce ve akımlar en fazla çok uluslu imparatorlukları etkileyecekti. Önce Avusturya-Macaristan İmparatorluğu daha sonra da diğer devletlerin(düvel-i muazzama) eskiden beri topraklarına göz diktiği Osmanlı İmparatorluğu bu akımlardan en çok etkilenen devletlerin başında gelmiştir. Osmanlı Devleti’nin bünyesinde yaşayan milletlerin aydınları bu fikirler çerçevesinde milliyetçiliklerini geliştirecek ve zamanla millet haline gelmeyi başaracaklardı. Yunanlılar, Bulgarlar, Romanyalılar, Ermeniler, Araplar ve diğer milletler milliyetçiliklerini tamamlayıp birer birer Osmanlı Devleti’nden ayrılarak devletlerini kurdular.



Bu arada Türk ve Kürt aydınlar da millet kavramı üzerine kafa yormuş ve bu milletler de kendi milliyetçiliklerini geliştirmeye başlamışlardı. Ancak çeşitli nedenlerden dolayı bu iki millet Osmanlı toplumları arasında en geç milliyetçiliklerini geliştiren ve/veya tamamlayan unsurlar olmuşlardır. Geç gelişen milliyetçiliğin etkisiyle bu iki toplum Kurtuluş Savaşı’nda birlikte hareket etmiş omuz omuza savaşmış ve olağanüstü bir başarı sağlayarak yine ve yeniden yıkılan imparatorluğun küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kurabilmişlerdi. Mustafa Kemal Atatürk yazışmalarında ve o dönemde Kürt beyleri ve ileri gelenleri ile yapılan anlaşmalar ile yeni kurulan devletin asıl unsurlarının Türkler ve Kürtler olacağı kabul edilmiştir. Hatta bu 1921 Anayasası’nda bile kısmen görülebilmektedir.



Fakat Genç Cumhuriyet kurulduktan bir süre sonra çeşitli fikir akımlarının etkisi ile Kürtlerin varlığı inkâr edilmiş ve en katı asimilasyon kuralları işlemeye başlamıştır. Bu tez zamanla Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ve/veya gayri resmi politikası olacaktı.



Genç Cumhuriyet kurulur kurulmaz aslolan iki çocuktan biri öz, diğeri ise üvey evlat muamelesi görünce ilk sıkıntılar da baş göstermeye başladı. Birinin dili devlettin resmi dili olacak, öbür kardeşin dili yasaklanacaktı. Birinim kültürü en olmadık şekillerde yüceltilecek (güneş dil teorisi vb.) diğerinin dili yasaklanacak, kültürü için dağlı (kart-kurt söylemi vb.) denilerek aşağılanacak ve böylelikle asimilasyon devletin resmi olmasa da gayrı resmi politikası haline gelecekti.



Sonra onlarca başkaldırı, on binlerce ölü ve elimizden kayıp giden ve/veya gidecek olan ortak geleceğimiz. Yıllarca uygulanan yanlış politikalar ile süregelen devlet anlayışı bizi bugün için içinden çıkılması oldukça zor olan bu duruma getirdi. Her iki toplumun kanat önderleri Anadolu’daki tabir ile /şapkalarını önlerine alıp düşünmeye/ başladılar. Belki de ilk defa ortak aklın öncülüğünde çözüme bu kadar yaklaşmış bulunmaktayız. Bu hepimizin geleceği adına ümit verici bir durum tespiti olarak tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. Son yılarda hükümetlerin geliştirdiği ve uyguladığı politikalar da bu anlamda Türkiye’nin geleceği adına oldukça ümit verici olarak karşımızda durmaktadır. Yine bu bağlamda eski Genelkurmay Başkanı , Mustafa Kemal Atatürk’ten esinlenerek söylediği, aslında çok daha önceden söylenmesi gereken ‘Türkiye Halkı’ kavramı ile bir adım daha atarak bu ülkedeki insanların ortak değerler etrafında birleşmesi gerekliliğini dile getirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk de birçok yerde Türk kelimesinin etnisiteye dayalı olmadığını söylemiştir. Fakat zamanla uygulanan yanlış politikalar ile bu kavram tamamen etnisiteye dayalı hale gelmiş ve Kürtlerin ortak payda olarak kabul etmeleri imkânsızlaştırılmıştır. Yine bu bağlamda görülen o ki devlet durumu görmekte ve buna yeni çözümler üretmektedir.


İslam Dini’nde de menfi milliyetçilik(ırkçılık) kesin olarak men edilmiştir.Şu ayetlerde de görüleceği üzere ırkçılık, aynı zamanda toplumların felaketini de bereberinde getirmektedir.

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için uluslara, kabilelere ayırdık" (el-Hucurât, 49/13). Bütün bu uluslar, kabileler içinden Allah’ın öngördüğü inanç çevresinde toplananlar birbirlerinin kardeşidirler ve soyları, dilleri, renkleri ne olursa olsun, tek bir ümmet, tek bir millet oluştururlar: Muhakkak mü’minler kardeştirler" (el-Hucurât, 49/10). Allah yanında herhangi bir ulusun diğerinden, herhangi bir insanın diğer bir insandan doğal ve maddi nitelikleri nedeniyle bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük yalnızca bağlandığı inancın buyruklarını yerine getirme ve yasaklarından sakınma konusundaki titizlikten kaynaklanır: Allah yanında en üstün olanınız en muttaki olanınızdır" (el-Hucurât, 49/13). Mü’minler yalnız birbirlerini dost edinirler ve yalnız birbirlerinin velisidirler: "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki (yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler işte onlar birbirlerinin velisidirler" (el-Enfal, 8/72). İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler" (et-Tevbe, 9/71). Buna karşılık bir mü’min, bir kâfirle velâyet ilişkisi kuramaz: "Ey inananlar! Kendinizden başkasını kendinize veli edinmeyin. Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar" (Alu İmran, 3/118). "Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp kâfirleri veli edinmeyin. Allah’a aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?" (en-Nisa, 4/144). (1)

Resulûllah Efendimiz (a.s.m.), 23 senelik tebliğ ve irşat hayatını noktalamaya yakın olduğu günlerde son haccını, veda haccını yapar.Ve Veda Hutbesi ile Irkçılık âfetine dikkat çeker...


Hutbenin bu bölümünde şöyle buyurulur: “Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. (2)



Birlikte yaşamanın gereği ve tartışmasız ön şartı birbirine saygı, karşılıklı hoşgörü, muhatabını olduğu gibi kabul etme ve bütün ortak paydalarda birleşmeden geçiyor. Bunun için öncelikle atılan adımların devamının gelmesi ve devletin bu anlamda üzerine düşenleri yerine getirmesi gerekiyor. Türkler ve Kürtlerin onlarca ortak paydası bulunuyor. Bu değerler çerçevesinde birleşebilir ve ülkemizi hak ettiği muasır medeniyet ve /veya tekrar muvazene unsuru bir devlet haline getirebiliriz…


Yücel Demirtaş

17 Nis. 09

NOT:Alıntılar


1. Irkçılık- Prof. Dr. Alaaddin Başar

2. Irkçılık- Prof. Dr. Alaaddin Başar

Güncelleme Tarihi: 07 Ağustos 2011, 18:28
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner17