İslamda vakıf anlayışı

Vakıf; bir malı veya onun gelirini belli bir hayra tahsis etmek, Allah için bağışlamaktır. Sadaka, vakıf ile eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır.

-
Vakıf anlayışında mülk, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın mülkü mahiyetinde hayır cihetine tasadduk edilir. En eski vakfın, Kabe inşası olduğu ifade edilmektedir. İlk defa Hz. Adem zamanında, daha sonra aynı temeller üzerine Hz.İbrahim aleyhisselam ve oğlu İsmail aleyhisselam'ın kendi imkanlarıyla Kabe inşa edilmiştir.
-
Kişinin malını, hatta kendisini Allah için hizmete vakfetmesi, ahirete yönelik en büyük yatırımdır. Bu yatırımların mutlak bir şekilde ahirette karşılığı fazlasıyla ödenecektir. "Kendiniz için hayır adına ne yaparsanız Allah katında onu bulursunuz. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızı görmektedir." (Bakara, 110) Bir başka ayette Yüce Mevlâ, "Muhakkak ki Allah, müminlerin cennet karşılığı mallarını ve canlarını satın almıştır." (Tevbe, 111)
-
Sevdiklerinizden infak etmedikçe iyiliğe eremezsiniz." (Ali İmran, 92) ayeti inince, Ebu Talha adında bir sahabe Hz.Peygamberimize gelerek: "Ya Resulallah! Ben de "Beyruha" adındaki arazimi Allah için tasadduk etmek istiyorum demiştir." (Buhari, zekat, 44) ve o araziyi Allah için vakfetmiştir. Hz.Rasulullah da bizzat fedek hurmalıklarını vakfetmesi islamda vakıf anlayışının ne kadar önemli olduğunu bize gösterir. Zira Hz.Peygamber şöyle buyurur: "İnsan öldüğü zaman onun ameli kesilir. Ancak 3 kişi müstesna..."( Muslim, vasiyye, 14) bu üç kişiden biri, öldükten sonra ardında sadakayı cariye bırakan kimsedir. 
-
Hatta Hz.Peygamberimiz malların tamamını vakfetmiştir. O'nun gibi malını vakfeden birçok sahabe de vardır. Onlardan biri hiç şüphesiz ki, Hz.Osman (r.a)'dır. Medine'de kurak bir mevsimde kuyu sahibi olan bir Yahudi'nin "Rume" adındaki kuyusuna önce ortak olması ve daha sonra tamamını satın alıp vakfetmiş olması buna bir misaldir. Halit İbni Velid'in zırhını ve savaş atlarını vakfetmesi de buna başka bir misal olarak gösterilebilir. 
-
Selçuklu'da ve Osmanlı'da da vakıf anlayışı çok önemliydi. 26 bin kadar vakıf müessesesi kurulduğu anlatılır Osmanlı döneminde. Hamal taşları, yaralı kuşlar için kurulan vakıflar, camilerin imarı ve hizmeti için oluşturulan vakıf müesseseleri, bunlara birer misaldir. Hatta hanım sultanlar dahi vakıf müessesesi oluşturma hususunda çok büyük emekler ortaya koyup eserler vakfetmişlerdir. İstanbul'da; Yeni Cami, Valide Sultan Camii bunlara birer misaldir. "Vakıf Gureba Hastanesi" de, garip-gurebânın, fakir-fukarânın şifa bulması için kurulmuş bir hastane ve vakıf müessesesi olmuştur.
-
Osmanlı'da 1856 ye kadar belediyecilik yoktur. Su kanalları, su kemerleri, çeşmeler, sebiller, hanlar, hamamlar, kuyular, hastaneler aşhaneleri tamamen oluşturulan vakıflar aracılığıyla kurulmuş ve Allah için hizmete sunulmuştur.
-
Zamanımızda STK diye adlandırılan vakıf ve dernek faaliyetleri, yürütülen hizmet anlayışı bize ecdadımızdan tevarüs etmiştir. İşte bu anlayışla milletimiz, devletiyle beraber büyük bir arzu ile Afrikada suyu olmayan halk için kuyular açmakta, yerinde kurulan yetimhanelerde yetimlere sahip çıkmaktadır. 
-
İşte bizler millet olarak, mağdur olmuş milyonlarca Suriyeli mülteci kardeşimize bu anlayışla kucak açmışız yıllarca. Bu sebeple Miyemmar'daki Arakan'lı kardeşimize el uzatmışız, dertleriyle dertlenmişiz. Amerika, Rusya, Japonya, Kazakistan vb. bir çok ülkede camiler inşa etmişiz. Zira bizim medeniyetimizin özünde, kendin için istediğini kardeşin için de istemek ve bu gibi "hayrî hizmet"lerde yaptığını Allah için yapma anlayışı vardır.
-
İnsanlığın, zaman geçtikçe daha çok bencilleştiği asrımızda; huzur ve barış için İslama ve bu vakıf anlayışına insanların ne kadar çok ihtiyacı var öyle değil mi?
-
Ne demişler: "İyilik yap denize at, halk bilmezse halîk bilir"...vesselâm.
YORUM EKLE

banner17