Asım’ın nesli diyordu(m) ya !!!

Yıl 1915, Çanakkale harbi Müslüman Türk milleti’nin zaferiyle sonuçlanmıştı. Arap yarımadasında baş gösteren kıpırdanmaları durdurmak ve Osmanlı İmparatorluğu’na sadık olan Arap’ları teşkilatlandırmak için görevlendirilen grubun içinde Mehmet Akif’de bulunmaktaydı. Hatta birgün İngiliz casus Lawrence’ın Akif’i işaret ederek, “Diğerleri neyse de, bu adamdan korkuyorum” cümlesini kurduğu da kulaktan kulağa gelen rivayetler arasındadır. E İngilizin ne işi var oralarda demeyin, bir Kızılderili atasözü der ki, “Bir suda iki balık kavga ediyorsa, oradan az önceuzun bacaklı bir ingiliz geçmiştir.”

Hal böyle iken, İstanbul’dan Akif’in yanına gelen bir zâtın Çanakkale Harbinde yaşanılan manzaraları anlatması üzerine Akif, “Çanakkale Şehitleri’ne” isimli o  büyük eserini kaleme almıştır. Bu büyük destanın bir mısrasında Akif,

“Asım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek,
 Çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.” Diyordu.

Peki kim di bu Asım?

Koca şair, neden şanlı ordumuza ve cefakar milletimize Asım’ın nesli diye hitab ediyordu?

***

Hicretin dördüncü senesiydi, bir grup müşrik Resulullah’a (sav) gelip “ Yâ Resulullah, bize bir miktar Kur’an öğretecek adam gönder, bizim köyü düzeltsinler” dediler. Aslında amaçları, Bedir gazasında Asım bin Sâbit’in (ra) öldürdüğü müşriklerden birinin karısının Hz. Asım’ın başına koyduğu ödülü kapmaktı. Resulullah (sav) de durumdan habersiz bir şekilde altı kişilik bir heyet oluşturup başlarına da Sahabe-i Kiram’ın seçkin hafızlarından Asım bin Sâbit’i (ra) görevlendirerek, “gidin bunların köyünde dini öğretin”  buyurdu. Resulullah (sav) tarafından görevlendirilen sahabeler yola koyuldular.

Mekke-i mükerreme’ye yakın Asfahan denen bir yerde bu altı sahabeyi tuzağa düşürdüler.

Sahabeler durumu fark ettiklerinde, müşrikler, “gelin savaşmayalım. Biz sizi teslim edip paramızı alalım, siz de onlarla pazarlık edersiniz” dediler. Müşriklerin bu teklifi üzerine, Asım bin Sabit (ra) müşriklere hitaben, “bakın, ben mü’min bir insanım, elimi müşriğin eline sürdürmem. Siz bağlamak için de olsa elinize elime süreceksiniz” deyince müşrikler de bakmış başka çare yok başlamışlar vuruşmaya.

Aradan saatler geçmiş, diğer beş sahabe şehid düşmüş. Asım bin Sabit (ra) ise bir tepeye çıkmış ve öğlen saatlerine kadar dövüşmüş müşriklerle. Öğlen saatlerinde müşrikler bakmışlar ki Asım yıkılmıyor, uzaktan attıkları bir ok ile yıkmışlar Asım’ı yere. Asım açmış ellerini, “ya Rabbi, ben senin dinine hizmet için yola çıktım, öğlene kadar da dinini korudum, sen de beni öğleden sonra koru, bu müşrikler elleini bana sürmesinler” diyerek dua etmiş ve şehadete ermiş.
Müşrikler, Asım’ın öldüğünden emin olunca kafasını kesmek üzere Asım’a yöneldiklerinde bir de bakmışlar ki, Asım bin Sabit’in (ra) üzerini arı sürüsü kaplamış. Şaşıran müşrikler, “akşama kadar bekleyelim, hava kararınca arılar dağılır bizde başını keser götürür, paramızı alırız” diye konuşmuşlar kendi aralarında. Akşam olduğunda, naaşın olduğu yere gittiklerinde birde bakmışlar ki naaş yok. Allah (cc), Asım bin Sâbit’in (ra) ve dininin iffetini korumuştu.

***

İşte, Akif iki mısrada milletin iffetini nasıl muhafaza ettiğini bu şekilde anlatmıştı.

Kıymetli dostlar,

 27 Aralık 1936 tarihinde Hak’ka yürüyen  İstiklâl şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u rahmet ile anarken, “Asım’ın nesli”nin kıyamda ve ümmetin derdiyle hemhâl olduğunu ve dahi ümmetin iffetini gücü yettiğince korumaya kararlı olduğunu da buradan bir kez daha haykırmak istiyorum…

Bâki Selâm ve Muhabbetlerimle… 

Aykut GÖRÜR

YORUM EKLE

banner17