Adını siz koyun!

Sağlıklı bir demokrasinin önemli göstergelerinden biri çoğulculuğun ne kadar köklü ve güçlü olduğudur. Çoğulcu bir demokraside halk kesimleri demokratik turum ve tercihlerini sisteme yansıtma ve siyasal yapıyla bütünleşme olanağı bulur. Böylece müzakerenin, diyalogun ve demokratik uzlaşının önü kapatılmaz. 

 

Şiddet ve silaha sığınmadığı sürece insanlar sistem karşıtı olsun veya olmasın “bunlar marjinal gruplar, aşırı uçlar” denilerek dışlanmaz çoğulcu bir demokraside. Temel hak ve özgürlükler de anayasal ve yasal güvencelerle sağlam bir biçimde kurumsallaştırılmıştır. Ayrıca demokrasi salt siyasal alana ilişkin değil sosyal, ekonomik ve kültürel alanları da kapsayacak bir anlayışla ele alınır. Örneğin, bireyin bedelsiz eğitim ve sağlık başta olmak üzere sosyal hakları bulunmuyorsa, fırsat ve olanak eşitliğinin önü kapanmışsa, o bireyin özgürce siyasal tercihte bulunma ve kendini ifade etme hakkı da gerçeklik kazanmayacaktır. 

 

Çoğulcu bir demokraside hukukun üstünlüğü en birincil gereklilik olarak gözetilir ve devleti oluşturan erkler arasında dengeyi sağlayacak çeşitli mekanizmalar bulunur. Serbest seçimlerle belirlenen yürütme, tüm devleti kendi amaç ve ihtirasları doğrultusunda zapt etme hakkına da sahip değildir. Yani kurumsallaşmış demokrasilerde alınan oy oranı ne kadar yüksek olursa olsun, hükümetlerin yapamayacakları, cüret veya teşebbüs edemeyecekleri şeyler vardır. Yasa çıkarmak demokrasinin ve hukuk devletinin ruhuna aykırı, özgürlüklerle çelişen uygulamalara meşruluk kazandırmaz. İdarenin bir tasarrufu yasalara uygun da olsa, hukuka aykırıysa çağdaş normlarla çelişiyorsa gayrimeşrudur.

 

O takdirde, çoğunluğun tahakkümü, diktası söz konusudur. Yani çoğulcu demokrasinin karşıtı çoğunlukçuluktur. Yasama organındaki çoğunluğuna güvenerek her yaptığını hak ve her ceberutluğunu yasal gören bir idarenin adı faşist diktatörlüktür. 

 

Yukarıda ortaya koyduğumuz hususlar her siyaset bilimcisinin kabul ettiği genelgeçer ve yerleşik değerlendirmelerdir. Şimdi bu noktalardan hareketle kendi ülkemizi ele alalım. 

 

Adalete güvenin kalmadığı, yargı mensuplarının görevlerini yapmadığı bir ülkeye dönüşmüş durumdayız. Yürütmenin yargı mensuplarını bir yargı darbesi yapmakla itham ettiği, ihbarların savcılar tarafından kovuşturulamadığı, emniyet ve yargının hallaç pamuğu gibi atıldığı bir ortamda Meclis’teki çoğunluğun tüm devlete ve halka tahakkümüdür söz konusu olan. Kendisini tüm devletin sahibi gibi gören, bir parti devleti kurumuş gibi hareket eden bir iktidarla karşı karşıyayız. 

 

Terörden çok çeken bir ülke olmamıza karşın dünyayı kana bulayan terör örgütleriyle işbirliği içinde olan; uluslararası alanda ülkemizi zora sokacak örtük veya açık işbirliklerine giren; siyasal çıkar uğruna ülkede sosyal ve kültürel ayrışmayı körükleyerek birlik ve beraberlik ve hatta dayanışma duygularını örseleyen; milli irade kavramını özünden ve içeriğinden uzaklaştırarak baskı ve dikta aracına dönüştüren; memleketi bugüne kadar paralel veya dikey aygıtlarla idare ettiğini itiraf eden; devlet kurumlarını farklı gruplar arasında üleştiren; siyasal yozlaşmanın açık göstergesi olan yolsuzluk batağına boğazına kadar saplanan; seçmen tercihlerinin Meclis’e barajsız ve engelsiz yansımasını halkımıza çok gören; toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dahi tahammül edemeyip orantısız şiddetle kitlelerin üzerine giden bir yönetime ne denir? Adını siz koyun.

YORUM EKLE

banner17